BASIN AÇIKLAMASI

     Adli Tıp Uzmanları olarak; şiddete uğrayan bireylerin sağlığındaki bozulmayı değerlendiren ve bu değerlendirmeler sonucu hazırladığımız raporlarımızla hukuk sistemi içinde yer alan bir meslek grubuyuz. Sağlık kuruluşlarına başvuran ve adli olgu olarak bildirimi yapılan hastaların tıbbi değerlendirmelerini yapmaktayız. Bu değerlendirmeleri yaparken; insanın biyopsikososyal bir varlık olduğunu, yani uğradığı travma ya da maruz bırakıldığı şiddet olaylarından bedensel, ruhsal ve toplumsal yönden etkilenmeleri olabileceğini de biliyoruz.

     Ülkemizde adli tıp hizmeti veren Üniversitelerin Adli Tıp Anabilim Dalları, Sağlık Bakanlığına bağlı birimler ve Adli Tıp Kurumunun ilgili birimlerinin değerlendirdikleri adli olguların dağılımı göz önüne alındığında; aile içi şiddete maruz bırakılan kadın hasta sayısının çok önemli  sayılara ulaştığını biliyoruz. Bu alanda yapılan çalışma sonuçlarına göre adli olgular içinde aile içi şiddete maruz bırakılan kadın hastaların oranı % 3-12 arasında değişmektedir. Bu sayılar yalnızca uğradığı şiddeti ifade ederek hastanelere başvuran kadınları yansıtmaktadır. Bu konuda dünyada ve ülkemizde yapılan bilimsel çalışmalar göstermiştir ki, özelliği nedeniyle bu şiddet kolay kolay dillendirilememektedir.

     Ülkemizde 2014 yılında Aile ve Sosyal Politikalar (yeni adı ile Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler) Bakanlığı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet araştırmasına göre; şiddet gören kadınların % 44’ü yaşadıkları şiddeti kimseye anlatmamıştır. Yani sağlık kurumlarına ve adli birimlere başvurmayan, başvuramayan çok ciddi sayıda aile içinde şiddete maruz bırakılan sessiz bir grup vardır. Buna ek olarak; sağlık kurumlarına başvurduğu halde çeşitli nedenlerle “aile içi şiddet” tanısı konamamış bir hasta grubu daha vardır. 2005 yılında Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı geniş çaplı bir çalışmada; partnerlerinden fiziksel/cinsel şiddet gören kadınlarda şiddetin ciddiyetinden bağımsız olarak bir takım fiziksel belirtiler ortaya çıktığı gösterilmiştir. Somatoform bozukluklar başlığı altında yer alan bozuklukların (barsak hastalıkları, karın ağrıları vb.) aile içi şiddetin bir belirtisi olabileceği hekimlerin dikkatinden kaçmamalıdır.

     Ülkemizde 2015 yılında yapılan bir çalışmada; depresyonu olan yaklaşık üç kadından ikisinin aile içinde fiziksel şiddete maruz bırakıldığı ortaya konmuştur. Aile içinde şiddete maruz bırakılan kadınların yardım alabilecekleri, dertlerini anlatabilecekleri, güvendikleri kişiler sağlık çalışanlarıdır. Bu nedenle bu durumdan kuşkulanıldığında ya da herhangi bir tıbbi patoloji bulunamayan durumlarda hastaya özellikli birkaç soru sorulması, bu yapılamıyorsa bir psikiyatri uzmanından görüş istenmesi ile tanı konulması ve gerekli desteğin sunulması sağlanmalıdır. Sağlık profesyonellerinin, tüm branşlardaki hekimlerin aile içinde şiddete maruz bırakılan hastaların tanısını koyma konusunda yeterli mesleki bilgiye sahip olması ve özeni göstermesi, bunun için de önce kendi cinsiyetçi önyargılarını sorgulaması gereklidir.

    Yine 2014 yılında Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünce yürütülen araştırmaya göre ülke genelinde hayatının herhangi bir döneminde fiziksel şiddete maruz bırakıldığını belirten kadınların oranı % 36, duygusal şiddet ise % 44’tür. Fiziksel şiddete uğrayan kadınların % 47’si tedavi gerektirecek düzeyde yaralanmıştır. Bu çalışmanın ortaya koyduğu bir gerçek de 18 yaşından önce evlenen çocukların 18 yaşından sonra evlenen yetişkinlere göre fiziksel, cinsel ve duygusal şiddete daha fazla maruz bırakılmasıdır. Bu nedenlerle kadına yönelik şiddet bütün dünyada ciddi bir halk sağlığı sorunu olarak kabul edilmektedir.

     Aile içinde şiddete maruz bırakılan kadın hastaların başvurabilecekleri kurumlar olan; karakol, jandarma gibi güvenlik güçleri, aile sağlığı birimleri, hastaneler gibi sağlık kurumları, savcılıklar, avukatlar gibi hukuk mekanizmalarının da bu konuda özellikli eğitim alması çok değerlidir. Bilimsel çalışmalar toplumsal cinsiyetçi önyargıların hem kadınlara hem erkeklere yüklediği rollerin, kadını ve erkeği baskı altında tuttuğunu ve şiddete varan olumsuz davranışların temel nedeni olduğunu göstermiştir. Kadına yönelik aile içi şiddetin temel nedeninin toplumsal cinsiyet eşitsizliği olduğu gerçeğini göz önünde bulundurarak önce bireysel önyargılarımızla savaşmalı, onlardan kendimizi kurtarmalı, sonra da profesyonel meslek alanlarımızda topluma örnek ve öncü olacak biçimde çalışmalıyız.

     Biz Adli Tıp Uzmanları Derneği olarak, aile içi şiddete maruz bırakılan kadınların başvurduğu güvenlik güçleri, hakimler, cumhuriyet savcıları, avukatlar, hekimler, sağlık çalışanları ile basın organları, sivil toplum örgütleri ve önleyici mekanizmaların oluşumunda görev alan tüm birimlerin, konu özelinde bilimsel bilgiler edinerek sorunu doğru algılamalarının ve çözüm için her türlü cinsiyet ayırımcılığı ile çok yönlü ve her alanda mücadele başlatmalarının gerektiğini düşünüyoruz. Bu amaçla yapılacak çalışmalarda işbirliğine hazırız.

Saygılarımızla kamuoyuna sunarız.

Adli Tıp Uzmanları Derneği

Yönetim Kurulu